2 Temmuz 2011 Cumartesi

İçimdeki azılı düşman 'ego'

 ( birikenler  kabına sıgmaz olup tasınca blogu acmak farz oluyor..Ve hemen yazılmak  istenilenler dokuluverıyor satırlara..)

    Şu aralar kendimde çelişkiye en cok düştügüm ve sıkıntısını cektıgım  şey  'ego' konusu..Sanırım biraz da paranoya durumunda bile olabilirim. Ya da benim paranoya sandıgım sey yeninin gelip eskinin tahtını sallamasıyla olusan gurultuden panik olma havası da olabilir ..hersey mümkün.Tabi bu kısma gelene kadar bir sürü şey okundu ve bol bol yoga yapıldı.. Yogar yaparken hep bi farkında olma arastırması, an'da kalmaya cabalama.. Farkındalıgımın uyanması ve guclenmesının aslında 'ego' larımla, egolarımızla da dogrudan ilgisi oldugunu öğreniyorum,okuyorum, bi yandan deneyimliyorum..
   Bircok durumda 'ben' dediğimizde aslında konusanın ego oldugunu..İçinde alıskanlık haline gelmiş roller,korkular, din, ırk, sosyal sınıf ya da politik egılımler barındırdıgını öğrenıyorum..Heyecanlanıyorum ogrenırken de.
 Sırf bu saydıklarımla kalsa yine iyi ego aslında sandıgımızdan cok ama cok kapsamlı..İçinde kırgınlıklar, kendini baskalarından daha iyi ve daha kotu gorme durumları, samimi bir arkadasını bir haberi vermek için aradıgında bile vs vss.. o kadr cok sey aslında ego semsıyesı altında ki..
 Bi de en can alıcı noktası 'ego'nun iceriğinin kısıden kısıye gore degısse de  temelde aynı olması..2.şok etkısıni yaratan da bu bilgi oldu..1.sini bi ust paragrafta belirttim sizlere.Şimdi paranoya kısmım tam da bu noktada baslıyor..E bunlar ve nıcelerı ego peki ben nasıl bunlardan arınabılırım? Ya da oyle bir şey mumkun mu? Kibirden, kendini ustun gorme vss gıbı seylerden kurtulmak ya da? ve de her davranısında acaba suan 'ego'm mu devrede vs soruları.. Bu noktada işin içinden cıkılmaz bir hal almısken durumum
, bir tavsıye üzerine Eckhart Tolle'un 'Var Olmanın Gucu' adlı kıtabi imdadıma yetıstı..Ve anladım ki 'ego'yu sokup atmak ya da ondan arınmak pek kolay degıl..Cunku her insanda 'egosal zihin' denen bir yapı var..Ve bu herkeste bir sekilde işliyor az veya cok..Örneğin sadece şikayet ederek bile egosal zihin varlıgını sürdürebiliyor..Ve bunlar kolektif bir şekilde calısıyor zihnimizde.Şartlanmış düşünce kalıpları,kolektif bir bozukluk veya insan zihninin deliliği de denebilir egoya..Peki bu kısımda yoganın ne etkisi var ? diye dusundunuz ki işte o noktada cevap olarak egolarımı yani şartlanmış düşünce kalıplarımı farkederek aşmayı mümkün kılıyor yoga.Egoları zayıtlatmak için gerekli olan farkındalıgı  yoga sayesınde uyandırmaya baslıyorum..'Farkındalık ve ego birlikte var olamazlar.' diyor Eckhart Tolle..Egosal davranıslarımı farkettıgım her seferde sesin ben olmadıgımı farkediyorum..Arka planda farkındalık oluyor.Ve bu seşilde gözlenmeyen zihnin ötesine gecmek mumkun olabiliyor.Tabiki yıllardır getırdıgım buyuk buyuk zihin kalıplarım var ..Bunu bilmem bile farkında olmam 'ego'nun sevmedigi birsey halini almaya baslıyor..Tekrar tekrar yoluma cıksada onu farkederek herseferinde zayıflatıyorum..Her gun duzenlı yoga uygulamamın aslında beni buyuk bir ego dagından kurtardıgını (farkında olmak yeterli) nerden bilebilirdim.Bir asanadayken o an nefesimi hissetmenin ve o pozu farkında olarak yapmaya cabalamamın..
Paranoyak hallerimi aydınlatmış olmanın iç huzuruyla doluyken şimdi farkında olmanın farkındalığı içindeyim.
 En cok etkilendigim yoga masterlardan  Godfrey derki : farkındalıgın artması demek hayatta zevkin artması demektir:))

15 Haziran 2011 Çarşamba

'güç' konusunda nerden mi geldim..

     Dün öğle saatlerinde sağanak yağmura yakalanıp bir güzel ıslandığım yolda yürürken bu sabah, sırtıma vuran güneş heryeri aydınlatıp sıcağıyla herkesi yakıyordu sanki.. bir gün önce aynı yolda yürürken ne kadar ıslandığımı düşündüm ve bugün de ne kadar sıcakladığımı..Yağmur ve güneş kavramlarıyla birlikte beynimde peşi sıra gece ve gündüz, iyi ve kötü, aşk ve ayrılık, şans veya şanssızlık gibi birbirine zıt duran hayata dair kavramlar da ekleniverdi..yağmuru ve güneşi yaşattığı hisler itibariyle ters gibi düşündüm sanırım. Yani tabi bu benim hislerim ..Burdan yola çıkınca hayatımız da aslında herşeyin bir parça veya tamamen zıddıyla  akıp gittiği ve bu zıtlıkları büyük bir bütünsellik ve mükemmelikle barındır mıyor mu? Evet herşey o kadar bütünsel ve o kadar mükemmel ki.. Tabi ben bu sabah  hayatın ne kadar bütünsel ve mükemmel oldugundan ziyade bu zıtlıklar karışısındaki  duruşuma, tavrıma odaklandım...Ve şu cümleleri sıralayıverdim içimden:
     Gün içinde yaşadıgımız herşey yagmur ve güneş gibi oluyor, etkisini gösteriyor ve sonra geçip gidiyor..Yağmurun ardından güneş de açıveriyor..Bu akış devam ederken iyi ve kötüyü de beraberinde taşıyor. Ya da  herşey iyiyken iyi kötüyken kötü mü oluveriyor?Ya da ben yoga sayesinde güçlenen ben, daha mı sarsılmaz oluyorum ? Bu soruyu sorduğumda kendime cevabım, EVET oldu..Hem de en içten hassasiyetimle ..Şimdi ne alaka yogayı  bedenimizle yapmıyor muyuz? Hayata karşı nasıl bizi güçlendirir veya sarsılmaz kılabilir?Yoga yaparken birbirinden farklı pozlara(asana) lara giriyoruz..Başta zor olan bi asanayı yapmak için en başta çok efor gerekebiliyor.Bu eforu minumuma indirmek için güçlenmek gerekiyor.Güçlendikçe o asanada kolaylaşmaya başlıyor.Net bir konu var: Asanalardaki duruşlar hayata karşı duruşumuzu da etkiliyor.Güçlendikçe her yoga uygulamanda asanalarda aldıgım tavrı yaşamın içinde yaşadığın olumlu veya olumsuz tüm olaylara yansıtmaya başlıyorsun.Yine minumum eforla..Yani o an çaba gerekmiyor..Kendimi düşününce hemen Bi bakmışım ki  yoga matının üzerinde oldugum halim,tavrım gün içinde başka bir olaydaki tavrıma hemen etki etmiş..Birden matın üzerindeki Tuğba olmuşum..Aslında iki Tuğba yok..Yani artık en azından ve hep olmasını istediğim şey zaten: Yoga Matının üzerindeki Tuğba. Yoga yaptıkca ve daha cok güçlendikce biliyorum ki yorulmak bilmeyen,güçlü irade hep olucak daha da olucak.Asanaları yaparken evet bazen 'ego'devreye girip  dısardan nasıl göründüğünü önemsiyor ama geçiyor o etki.Yani olumlunun da olumsuzunda etkisi geçiveriyor. En derinde hep sarsılmaz olan 'kök güç' ü hissetmek ve farkındalığıma bir davet sunmak ..Hep ama hep.Çünkü artık biliyorum ki asanalardan çok ama çok güçlü ve dimdik bir Tuğba doğuyor..
 

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Mutluluk üzerine..bişeyler yazdım :)

Bu aralar  kendimde sorguladığım bir  konu var:  'mutluluk'. Hayatımız  içinde acaba 'mutluluk' duygusunu en cok ne zaman deneyimliyoruz?mesela. Aslında bütün duygular yasadıgımız bütünselliğin içinde var. Ama insan beyni illaki bi kavramlaştırma ihtiyacı duyuyor. Yaşamlarımızın her aşamasının kendine has doyumları oldugunu düşünüyorum.Örneğin ilk aşk, ya da bir çocugun dünyaya gelmesi gibi..Bunlar hayatın bize sundugu hediyeler aslında.Bi yandan da kendi çabamızla yakalamaya çalıştığımız, peşinden koştugumuz 'mutluluk' var ..Sözgelimi elli yasındaki birinin genclere özenmesi, ailesi olmayan birinin aile kurma çabaları, sevgilisi olmayan bir kızın kendine sevgili bulmak için verdiği çaba, işimiz dısında kendimizi adadığımız ilgi alanları ..
Bence 'mutluluk' çok yönlü birşey.Yani içinde bulunduğum yaşamda doğru yerde olduğumu bilme duygusuyla ortaya çkan birşey gibi. İyi bir insan , iyi bir eğitmen, iyi bir arkadaş... 'mutluluk' başına olumsuz bir olay geldiğinde onunla yüzleşmeyi bilmek de benim için.Bu durumla yüzleştiğimde içimde beliren o güç duygusu onla birlikte gelen olumlamalar da benim 'mutluluk' kavramım içinde..Yalnızca mutlu insanların oldugu bir dünya olsaydı  ya da bir yer...Sanırım orda 'güç' duygusu ya da 'başarma' duygusu diye birşey de olmazdı.Yani bu büyük yaratımın içinde hepsi birbiriyle ilintili gibi. Yin ve yang gibi.Her gün özürlü  cocuguyla ilgilenen bir anneye rastlıyorum sabahları.Anne bu durumu kabullenmiş ve durumuyla yüzleşmiş, çocugunu büyütüyor,onu her gün kucağında taşıyor.Etrafına öyle iyileştirici bir etki yayıyor ki..
 Etrafıma baktığımda kendilerinden geçerek oyun oynayan cocuklar da mutlu, aşıklar da mutlu.. Bütün bunlar çok güzel şeyler ama engelli cocugunu kabullenip onunla yaşayan bir anne, yakınlarından birinin ölümüyle sarsılan bir insan; bence aslolan 'mutluluk'  hayatın geneliyle ahenk içinde olmak.Bu cok derin bir yoğunlaşma,ağırlık aynı zamanda rahatlık.Çok büyük bir sükunet de değil mi? Güçlü olmakla ilgili olayların  verdiği doyum..'mutluluk' a tek perspektiften bakmayıp lensini genişlettiğin zaman aslında hayata olan yaklaşımın, insanlara olan yaklaşımın da değişiyor. Ve ne yaşarsan yaşa kabullendiğin zaman tam da o zaman 'mutlu bir insan' olmak mümkün.!

17 Mayıs 2011 Salı

tavır..

    Ramesh S Balsekar, Let Life Flow kitabında diyor ki:
   “Zihin hareketsiz, sakin, çözüm aramayan, cevap aramayan, ne karşı koyan ne de görmezden gelen olduğunda sonsuz, zamansız, ölçülemeyen Gerçeği algılayabilir. Ona gidemezsiniz, o size gelir; gerçektir özgürleştiren, özgür olmak için harcadığınız çaba değil. Hareketsiz kalın. Hayatın akmasına izin verin.”
  'Hayatın akmasına izin verin.' Özellikle bu cümleyi okudugumdan beri hep hayatımın içine tam da en ortasına koymaya çalısıyorum..Okudugum ve ogrendıgım bu ve bunun gibi her yenı bilginin benim gerçekliğime donusmesini istiyorum .Tabiki her okugum şey değil.bazıları o kadar işliyor ki kalbime. Evet işte tam da bu diyorum..Ramesh'in de yazdıgı her satırı okudugumda evet bunu yasamıma aktarmalıyım diyorum..Kendime bir ayna tuttuğumda  eski zamanlara göre yoga sayesinde sorgulamadan hayatı geldiği gibi kabul eden biri oldugumu görüyorum.. bağımsız gözlemci hassasiyetimi koruyarak  uzaktan evet diyorum Tuğba, işte bu! 'Bu' bir hedef değil aslında  birşey ya da hiç birşey.Bu kısımdan yola çıkınca aklıma birden dün akşamki yoga dersim geldi..(Bundan sonraki kısım tam da yazının başında değindiğim konuya dokunuyor)
   Dün akşam yine bütün heyecanımı ve konsantrasyonumu alıp yoga dersime gittim..Ve farkettim ki aslında yoga hayatın içinde ne varsa hepsini barındırıyor.Ve kim hayata kapatmıs kendini, kim en cok sınırlar koymus kendine..Hemen bulup çıkartıyor asanalar o kişiyi..Ve ona bir davet sunuyor bedeninden başlayarak ..'Hayata EVET de!' Çünkü ne zaman o gorunmez sınırları ve sana empoze edilen tabuları, kuralları, bu kuralların özünde oluşturduğu 'ego'yu -en önemlisi-  bir kenara bırakırsan ya da en azından çabalarsan işte o zaman sevgiye kocaman bir yer acılıveriyor kalbinde..Bunlar cok zor konular 40 senelik bir yoga masteri da bu çalısmanın içinde hala..Ama nerde bir farkındalık varsa işte orda bir değişim baslıyor,kaçınılmaz.Önemli olan belkide ilk olarak o farkındalığı uyandırıp, hislerine kulak vermen...
  İlk yoga eğitimime başladıgım günlerden birinde Zeynep Aksoy hocam gelip elleriyle düzeltmişti hayata kapattıgım omuzlarımı.Evet hemen o an omuzlarım dogru durusu ogrenmedi belki ama farkındalıgım uyandı.Ve her seferinde omuzlarımı acmaya bır davet sundum içimde..Benim de bu ara derslerimde ögrencilerimdeki tüm çabam o kapanmışlıklara, tutulmuşluklara karsı onları çabasızlığa ve akışa bıraktırmak..Su elementinin hassiyetiyle bedenlerinde bir dalga etkisi yaratmak..Uloları anlatırken aslında bedenimizi entegrasyon edişimizi yani bütünlük kurma çalışmamızı...Aslında bedenden başlayıp hayatla olan bütünlük cabamızı ..'Çaba' aslında 'çabasızlık' özünde çok öz'de..Ramesh'in dediği gibi karşı koymayan..Bunları yapabilmek için, yapabilmeleri için önce kendimde hissettiğim ve her yoga uygulamamda biraz da içselleştirdiğim 'farkındalık' hissini onların da kendilerinde uyanmalarını sağlayarak o çabasızlıga, hayatın akısına kendilerini bırakmalarını sağlamak..namaste!

15 Mayıs 2011 Pazar

Yaşlı bir Zen rahibi hakkında bir hikaye duydum..

Yaşlı bir Zen rahibi hakkında bir hikaye duydum:

Ölüm döşeğindeymiş. Son günü gelmiş ve o akşam artık öleceğini ilan etmiş. O yüzden müritleri, havarileri ve arkadaşları gelmeye başlamış. Onu seven çok insan varmış ve hepsi gelmek istiyormuş. Çok uzaklarda olanlar bile gelmiş.

En eski müritlerinden biri ustasının ölmek üzere olduğunu duyunca hemen pazara koşmuş. Biri sormuş: “Usta kulübesinde ölüyor, sen neden pazara gidiyorsun?” Eski mürit yanıtlamış: “Ustamın özel bir çeşit pastayı çok sevdiğini biliyorum. Gidip ona o pastadan alacağım.” Pastayı bulmak hiç kolay olmamış ama akşam üstü bir şekilde bulmuş ve elinde pastayla kulübeye koşmuş.

Kulübede herkes endişeliymiş. Sanki Usta birini bekliyor gibiymiş.

Gözlerini açıp etrafı taradıktan sonra tekrar kapatıyormuş. Mürit, kulübeye gelince hemen sormuş: “Tamam, sonunda geldin. Pasta nerede?” Mürit pastayı çıkartmış. Usta pastayı sorduğu için de çok mutlu olmuş.

Ölmek üzere olan Usta pastayı eline almış… ancak eli titremiyormuş. Çok yaşlı olmasına rağmen elleri titremiyormuş. O yüzden biri sormuş: “Bu kadar yaşlısın ve ölmek üzeresin. Yakında son nefesini vereceksin ama ellerin bile titremiyor.”

Usta yanıtlamış: “Ben asla titremem çünkü korkum yok. Bedenim yaşlanmış olabilir ama ben hâlâ gencim ve bedenim geride kaldıktan sonra bile genç olarak kalacağım.”

Sonra pastadan bir lokma alıp çiğnemeye başlamış. O sırada biri sormuş: “Son sözün ne olacak, Usta? Yakında aramızdan ayrılacaksın. Neyi hatırlamamızı istersin?”

Usta gülümsemiş: “Ah, bu pasta çok lezzetli.”

'Şu anda, burada yaşayan adam budur: Bu pasta çok lezzetli. Ölüm bile önemsiz. Bir sonraki an anlamsız. Bu anda, bu pasta çok lezzetli. Eğer bu anın içinde olabiliyorsan, şimdiyi bu an içinde her şeyiyle yaşayabiliyorsan ancak o zaman sevebilirsin..Ancak sevgi zordur. Korkunun geride bırakılması gerekir. İşin garip tarafı da bu; kaybedecek hiçbir şeyin olmamasına rağmen bu kadar korkuyor olman.

Kabir isimli mistik bir yerde şöyle söylemiştir: “İnsanlara bakıyorum. Çok korkuyorlar, nedenini anlamıyorum çünkü kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Onlarınki, tıpkı çıplak olmasına rağmen elbiselerini nerede kurutacağını bilemediği için nehirde yıkanmaktan korkan birisinin durumuna benziyor.” Senin de durumun bu; çıplaksın, hiç elbisen yok ama sürekli elbiseler için endişeleniyorsun.

Kaybedecek neyin var? Hiçbir şey. Ölüm bu bedenini elinden alacak; ölüm onu almadan önce, onu sevgiye ver. Her şeyin elinden alınacak; alınmadan önce neden onları paylaşmıyorsun? Ona sahip olmanın tek yolu bu. Eğer paylaşıp verebiliyorsan, efendi sensin. Zaten elinden alınacak; hiçbir şeyi sonsuza dek elinde tutamazsın. Ölüm her şeyi yok edecektir.

Eğer beni doğru anladıysan mücadelenin ölümle sevgi arasında olduğunu anlarsın. Eğer verebiliyorsan bir ölüm olmayacak. Senden bir şey alınmadan önce sen onu çoktan vermiş, onu hediye etmiş olacaksın. O zaman ölüm olamaz. '

Osho

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Vejeteryan Diyetinde Yeterli Besini Nasıl Alabilirim?

Soru: Vejeteryan/Vegan diyetinde yeterli besini nasıl alabilirim?
Vejeteryanların, vejeteryan olmayanlardan en çok duydukları sorulardan biri de ‘Protein ihtiyacınızı nasıl sağlıyorsunuz?’ sorusudur. Belli ki, bunu merak edenler lif gıdasını veya C vitaminini nereden aldıklarını düşünmeden, hiç durmadan paket paket tavuk kanatlarını ve litrelerce sodayı tıkınıyorlar. Hepimiz -vejeteryan olalım, ya da olmayalım- yediklerimizin sağlığımıza etkilerini göz önünde bulundurmalıyız. Proteinin gerekliliği ne kadar doğru olsa da, vejeteryanlar için kalsiyum ve demir, eğer vegansanız B12 vitamini aynı oranda önem taşımaktadır.

Cevap: Bir çok öğütülmemiş besin, meyve ve sebzelerle iyi dengelenmiş bir vejeteryan besini tüketiyorsanız, gezegendeki en sağlıklı diyetlerden biri ile besleniyorsunuz demektir.  Yine de, yaşamsal bir kaç besini aldığınızdan da emin olmalısınız.

Vejeteryan Proteini
Protein ile ilgili pek bilinmeyen bir gerçek var: Çok az değil, çok fazla protein alıyoruz. Kadınlar günlük 45 gr, erkekler ise günlük 55 gr ihtiyaç duyarlar. Bir kase soya peyniri yaklaşık 20 gr protein içerir. Bu yüzden, soya peyniri yiyen kadınlar, neredeyse yaklaştınız! Birçok yiyecek protein içerir ve eğer iyi dengelenmiş bir beslenme şekliniz varsa, aklınıza bile gelmeden, büyük bir ihtimalle gerektiğinden fazla protein tüketiyorsunuzdur. Vejeteryan ve vegan diyetinde birçok proteini almak çok kolay olsa da, zengin protein çeşitliliğine sahip gıdaları tükettiğinizden emin olmanız iyi bir fikirdir. Eğer lacto-ovo vejeteryanı iseniz, muhtemelen yumurta ve süt ürünlerinden farkında bile olmadan yeterli protein alıyorsunuz demektir. Ama eğer vegansanız, işte size besininizde yer verebileceğiniz bazı yüksek proteinli vegan gıdaları; tofu (soya peyniri), etsiz köfte, sebzeli hamburgerler, soya, mercimek, nohut, fındık ve içi, kahverengi pirinç ve öğütülmemiş besinler.
Kalsiyum
Çocuk gelişiminde kalsiyum en önemli ihtiyaçlardandır, ama yetişkinlerin de kalsiyuma ihtiyaçları vardır! Sigara kullanıyorsanız, vücudunuzun sindirim ve depolama seviyesi düşük olduğundan, kalsiyum ihtiyacınız daha fazladır. Yaşam boyu güçlü kemikler besinlerdeki kalsiyum ve egzersizler sayesinde gelişir, bu yüzden, en ideal sağlık için her ikisini de aldığınıza emin olun. Süt kalsiyum kaynağı olsa da, fazlaca kalsiyum almak için süt gerekmez. İşte deneyebileceğiniz bazı zengin kalsiyum içerikli gıdalar; ıspanak, kara lahana, kıvırcık lahana, soya sütü, takviye edilmiş portakal suyu, susam tohumu, tahin, brokoli, badem, havuç ve sütlaç. Kalsiyumun üste çıkabilmesi için, içmeden once soya sütünüzü ve portakal suyunuzu çalkalamayı unutmayın.
Benzer Öneri: Ispanakla karıştırılmış zengin kalsiyumlu soya peyniri

Demir

'British Journal of Nutrition' dergisinde yayınlanan bir çalışma İngiltere’de vejeteryan ve veganlardaki demir seviyesinin ortalama genel nüfustan daha yüksek olduğunu, buna bağlı olarak vegan diyetinde gerekenden daha fazla demir alınabileceğini göstermiştir. Bu rağmen, proteinle olduğu gibi, yeteri kadar demir aldığınızdan emin olmak için dengeli beslendiğinizden emin olmanı gerekir. Özellikle yemek sırasında çay ve kahve içmek sindiriminizi kısıtlar ve yemekten en az 3 saat sonra tüketilmelidir. Demir artışı için, soya peyniri, mercimek, ıspanak, soya, kara ve kıvırcık lahana yemeyi deneyin. Ayrıca, C vitamin de demir alımını arttırır, yani eğer demir takviyesi yapıyorsanız, biraz da portakal suyu ilave edin!
Benzer Öneri: Köride pişirilmiş bol demir içeren yeşil mercimek


B12 Vitamini

Vejeteryanların B12 vitamini konusunda endişelenmelerine gerek yoktur ve birçok kişi veganların B12 takviyesine gerek olup olmadığı hakkında hemfikir değildir. Bu bölümde  ‘üzgün olmaktansa, içiniz rahat olsun’ taktiğini izlemek istiyorum. B12 eksikliğine vejeteryan olmayanların tersine, veganlarda da çok az rastlanır. Ama ortaya çıkması durumunda ciddi bir problem teşkil edebilir.
Veganların B12 hakkında bilmeleri gereken birkaç nokta vardır.

Vücudunuz yıllarca B12 depolayabilme kabiliyetine sahiptir. Yani, yeni bir vegansanız, gelecek 10 yıl için yeteri kadar yedeklenmiş B12’niz var demektir. Fakat, B12 miktarınızı düzenli olarak ölçtürmezseniz, bunu öğrenmenin bir yolu yoktur.
Miso çorbası ve bazı su yosunları en az miktarı içerse de, besin mayaları B12 için en iyi kaynak gıdadır.
Besin mayalarının önemli bir kaynak ve hemen hemen herşeye inanılmaz lezzetli bir katkısı olmasına rağmen, bazı doktorlar tek bir kaynağa dayanmamayı ve düzenli besin mayası tüketseniz de haftada en az bir kez vitamin takviyesi alınmasını tavsiye ediyor. Bu yüzden, eğer vagansanız, lütfen üzgün olmaktansa, içiniz rahat olsun ve haftada en az bir kez takviye alın.

Yineliyorum, sigara kullanıyorsanız, vüzudunuz besin kaybedecektir, yani daha çok B12’ye ihtiyacınız olcak.
Hamile kadınlar ve bebeklerin de ayrıca B12’ye ihtiyaçları vardır. Vegansanız ve hamileyseniz, günlük takviye alın.
Benzer Öneri: Besin mayalı güveç makarna
Unutmayın, sağlıklı bir vejeteryan beslenmesi kısa ve uzun surely sağlığınız için yapabileceğiniz en iyi şeylerden birisidir. Bir vejeteryan ya da vegan olarak, kolestrolünüzü düşürecek ve kolon kanseri, kalp rahatsızlıkları ve yüksek tansiyon  riskini önemli ölçüde azaltacaksınız.  Bununla birlikte, cips ve sodadan oluşan vegan diyetiyle iyi dengelenmiş bitkisel beslenmeye dayalı diyet arasında büyük bir fark vardır. Hala nasıl vejeteryan ya da vegan olunduğunun arayışı içindeyseniz, olasılıkla vücudunuzun besin gereksinimlerine aşina değilsiniz. Bu yüzden, fazladan vitamin almanız iyi olacaktır. Veganlar ve çoğunlukla vegan beslenmesini tercihe edenler için B12 takviyeleri her zaman için iyi bir fikirdir.


 

10 Ocak 2011 Pazartesi

Düş Kırıklıkları Olana...



Düne dair pişmanlıklarından ders alıp güne dair planlar yapabilecek kadar akıllı olan sen ile bu söylemin arkasındaki sen; aynı sen değilsin…

Hayal kırıklıkların senin bahanelerin olamaz… Umuda dair inancını bu kadar kolay yitiremezsin…

Hoş görürdün hayatı… Kendini.. Çevreni… Böylesine boş görüp boş veremezsin…

Bu omuzları düşük, benzi soluk, yüreği kırgın, suskun silüet sana uymadı. Sen ki en zor anlarında başı dik, gönlü zengin ve her şeye rağmen çevresine huzur veren kişi..

Bu duruş senin olamaz… Bu söylem sana uymadı.

Geçmişini, hatıralarını küçümseme onlar şimdiki seni bir araya getirdi.


Bence o hatıraları düşlerinle taçlandır o zaman belki de ummadığın kadar yakınlaşır sana mutluluğun.

Başını eğme, zira onu eğersen yüreğinde eğilir. Senin doğanda iyilik, güzellik, sabır ve hoşgörü karıştırılmış bir masumiyet var iken sen;

Yalnız kalırım diye korkma, doğrunun peşinden git.


Zira korktuğun için vazgeçtiğin o doğrular senin canını korkularından daha çok acıtır. Haydiii kalk ayağa …
Karlı dağların güneşi görmesi gibi seninle erisin bütün buzulların…
Birileri sana “Herkes kendi yolunda, kendi hayatını yaşar” derlerse de sakın inanma!…

Sen hayatını, zamanını, enerjini, bilgini, görgünü, iyiliğini, mutluluğunu paylaştığın gibi; başkaları da seninle paylaşacaktır.

Sen taş devri insanı değilsin ki sadece karnının doyması olsun zaferin…

Sen yeni devrin insanısın …
Ve senin zaferin gönül sofrasında yüreğinin doymasıdır.

Yarın sabah uyandığında aynada kendine öyle bir günaydın de ki senden sen dahi etkilen…

Ve sadece onunla kalma, gözlerinin içine bak ve söyle …

Sen iyi bir insansın, hep öyle ol ve öyle kal”