3 Eylül 2011 Cumartesi

İç sesler düellosu...

İçimden bı ses bu ara "Dur ne yapıyorsun?iki dakika rahat edemicekmiyiz!" diye fisildayip duruyor..Ama onu takan kim! Ben yine her zamanki gibi oraya buraya sürekli bir girişim tavrı icinde sonunu düşünen Kahraman olamaz edasıyla zipliyorum..Asıl mesele zıpladiktan sonra başlıyor. Aslında isler oyle sandığım kadar kolay degil.yani en azından belki de ben o şanslı insanlardan değilim..her ısı kolay sekilde yürüyen.ben emek göstermezsem olmaz hiç bir seferinde.ama emeginin sonucunu almak ta ayrı bir keyif olur her seferinde ya onu da bilirim..yaz yeni bitirken önümüzdeki yazın planlarını yapıyordum oysaki keyifli keyifli koltuğumda tembellik yaparken sonra kendimi birden is gorusmelerinn icinde buluverdim.. İnsanlarla konuşurken bı ben var ama aslında o ben baska bı ben! Çalışkan,sabırlı, azimli biri konuşuyor o zamanlarda.. Sonra düşününce yahu ben bunları ne ara nasıl söyledim diyorum! Yani o kısımda biraz isler karışık..Su an bu yazı büyük ihtimalle , iki dakika rahat durmuyorsun! diyen Tuğba'nin iç dokuşu..boyle hep dinlence modunda, Ağustos böceği gibi geçirmek ne güzel olurdu koca bir kışı.. Diğer İc ses ayaklandı yine ve aynen sunu söylüyor simdi, ' kalk hadi artık, cok ısımız var!"...peki peki....

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Bir İngiliz yazısı...

Nerden başlasam nasıl başlasam diye düşünürken bir bakiveriyorsun yazmaya başlamışsın bile..yine eteginde biriktirmissin bir avuç dolusu çakıl tasını...Londra ya ayak basar basmaz önce havası karşılıyor sizi..sonra da birden bakiveriyorsunuz ki siz aslında dunyanın başkentine gelmissiniz gibi ..İngiliz görmek pek mümkün olmuyor. Her ülkeden her çeşit insanın icinde siz de bı çeşit oluvermissiniz.aslında yasam denilen olgu her yerde aynı her insan bir sekilde yaşıyor ama şartlar tabiki farklı..enerji farklı.. bı yandanda iç ses hemen devreye giriyor ve ne yasarsan yasa ozdeslesmemen gerekli..çünkü her şey gelip geçici..geçici olanlarla özdeşleşmen sadece sana mutsuzluk getirir..dolayisyla herseyin geçici olduğunu bilip an' da kalmak herseye daha tat veriyor.yaşadığınız ani daha bir keyifle yasıyorsunuz sanki... Tekrar tekrar gördüğünüz big ben her seferinde daha bir farklı geliyor..insanların umursamazlığı yok canım dedirtiyor ilk günlerde sonra bı bakiveriyorsunuz ki evet öyle olmalı aslında..kime ne sana ne..herkes istediğini giyer istediğini konuşur istediği gibi yasar..bir ülkenin vatandaşı olmak demek o ülkede özgürlüğünün ülke kuralları veya mahalle baskısı tarafından kısıtlanması demek değil ki! Biz Türkiye de en çok mahalle baskısından muzdaripmisiz megersem ! Kim ne der! Kim ne derse der kime ne?...London da çabuk alisiveriorsunz o ozğurluk havasına..herkes istediği hayatı yaşıyor zenginle fakir farkı pek yok..mahalleler iç ice! Devlet her konuda vatandaşın yanında.sosyal devlet anlayışının ne demek olduğunu yasadikca anlıyorsunuz! Her sey oturmuş belli bı düzen var! Belediye kaldırım yapıyor ama pek anlamiyorsunz okadar sessiz ve düzen içindeler ki! Hemen karşılaştırma yapiveriyor insan ister istemez... bu kötü olana tu kaka demek değil de neden bizde de böyle değil sanki! Demek benim için...günler birbirini kovalrken eğlencenin, gençliğin,dinamizmin, evrensel olmanın,değerli olmanın,yasamın aslında zor da olmadıgının anliyabilceginiz bir ülke england.. gün biterken bir yenisi başlarken hiç bir gün bir digerini aynısı olmaycagini fisildiyor kulağınıza..yolda yürürken biri yanınıza yaklasip " çok güzelsin" dediğinde aa sapık mıdır nedir demeyip dönüp teşekkür edebilceginiz bı yer Londra..ve ayrılma günleri yaklaşırken biliyorsunuz hersey gelip geçici ve zaman beraberinde yeni başlangıçlari taşıyor..ne üzüntü ne de sevinç..biliyorsunuz ki zaman sizi yine Londra ya taşıyacak bir gün bir sekilde..;)

2 Temmuz 2011 Cumartesi

İçimdeki azılı düşman 'ego'

 ( birikenler  kabına sıgmaz olup tasınca blogu acmak farz oluyor..Ve hemen yazılmak  istenilenler dokuluverıyor satırlara..)

    Şu aralar kendimde çelişkiye en cok düştügüm ve sıkıntısını cektıgım  şey  'ego' konusu..Sanırım biraz da paranoya durumunda bile olabilirim. Ya da benim paranoya sandıgım sey yeninin gelip eskinin tahtını sallamasıyla olusan gurultuden panik olma havası da olabilir ..hersey mümkün.Tabi bu kısma gelene kadar bir sürü şey okundu ve bol bol yoga yapıldı.. Yogar yaparken hep bi farkında olma arastırması, an'da kalmaya cabalama.. Farkındalıgımın uyanması ve guclenmesının aslında 'ego' larımla, egolarımızla da dogrudan ilgisi oldugunu öğreniyorum,okuyorum, bi yandan deneyimliyorum..
   Bircok durumda 'ben' dediğimizde aslında konusanın ego oldugunu..İçinde alıskanlık haline gelmiş roller,korkular, din, ırk, sosyal sınıf ya da politik egılımler barındırdıgını öğrenıyorum..Heyecanlanıyorum ogrenırken de.
 Sırf bu saydıklarımla kalsa yine iyi ego aslında sandıgımızdan cok ama cok kapsamlı..İçinde kırgınlıklar, kendini baskalarından daha iyi ve daha kotu gorme durumları, samimi bir arkadasını bir haberi vermek için aradıgında bile vs vss.. o kadr cok sey aslında ego semsıyesı altında ki..
 Bi de en can alıcı noktası 'ego'nun iceriğinin kısıden kısıye gore degısse de  temelde aynı olması..2.şok etkısıni yaratan da bu bilgi oldu..1.sini bi ust paragrafta belirttim sizlere.Şimdi paranoya kısmım tam da bu noktada baslıyor..E bunlar ve nıcelerı ego peki ben nasıl bunlardan arınabılırım? Ya da oyle bir şey mumkun mu? Kibirden, kendini ustun gorme vss gıbı seylerden kurtulmak ya da? ve de her davranısında acaba suan 'ego'm mu devrede vs soruları.. Bu noktada işin içinden cıkılmaz bir hal almısken durumum
, bir tavsıye üzerine Eckhart Tolle'un 'Var Olmanın Gucu' adlı kıtabi imdadıma yetıstı..Ve anladım ki 'ego'yu sokup atmak ya da ondan arınmak pek kolay degıl..Cunku her insanda 'egosal zihin' denen bir yapı var..Ve bu herkeste bir sekilde işliyor az veya cok..Örneğin sadece şikayet ederek bile egosal zihin varlıgını sürdürebiliyor..Ve bunlar kolektif bir şekilde calısıyor zihnimizde.Şartlanmış düşünce kalıpları,kolektif bir bozukluk veya insan zihninin deliliği de denebilir egoya..Peki bu kısımda yoganın ne etkisi var ? diye dusundunuz ki işte o noktada cevap olarak egolarımı yani şartlanmış düşünce kalıplarımı farkederek aşmayı mümkün kılıyor yoga.Egoları zayıtlatmak için gerekli olan farkındalıgı  yoga sayesınde uyandırmaya baslıyorum..'Farkındalık ve ego birlikte var olamazlar.' diyor Eckhart Tolle..Egosal davranıslarımı farkettıgım her seferde sesin ben olmadıgımı farkediyorum..Arka planda farkındalık oluyor.Ve bu seşilde gözlenmeyen zihnin ötesine gecmek mumkun olabiliyor.Tabiki yıllardır getırdıgım buyuk buyuk zihin kalıplarım var ..Bunu bilmem bile farkında olmam 'ego'nun sevmedigi birsey halini almaya baslıyor..Tekrar tekrar yoluma cıksada onu farkederek herseferinde zayıflatıyorum..Her gun duzenlı yoga uygulamamın aslında beni buyuk bir ego dagından kurtardıgını (farkında olmak yeterli) nerden bilebilirdim.Bir asanadayken o an nefesimi hissetmenin ve o pozu farkında olarak yapmaya cabalamamın..
Paranoyak hallerimi aydınlatmış olmanın iç huzuruyla doluyken şimdi farkında olmanın farkındalığı içindeyim.
 En cok etkilendigim yoga masterlardan  Godfrey derki : farkındalıgın artması demek hayatta zevkin artması demektir:))

15 Haziran 2011 Çarşamba

'güç' konusunda nerden mi geldim..

     Dün öğle saatlerinde sağanak yağmura yakalanıp bir güzel ıslandığım yolda yürürken bu sabah, sırtıma vuran güneş heryeri aydınlatıp sıcağıyla herkesi yakıyordu sanki.. bir gün önce aynı yolda yürürken ne kadar ıslandığımı düşündüm ve bugün de ne kadar sıcakladığımı..Yağmur ve güneş kavramlarıyla birlikte beynimde peşi sıra gece ve gündüz, iyi ve kötü, aşk ve ayrılık, şans veya şanssızlık gibi birbirine zıt duran hayata dair kavramlar da ekleniverdi..yağmuru ve güneşi yaşattığı hisler itibariyle ters gibi düşündüm sanırım. Yani tabi bu benim hislerim ..Burdan yola çıkınca hayatımız da aslında herşeyin bir parça veya tamamen zıddıyla  akıp gittiği ve bu zıtlıkları büyük bir bütünsellik ve mükemmelikle barındır mıyor mu? Evet herşey o kadar bütünsel ve o kadar mükemmel ki.. Tabi ben bu sabah  hayatın ne kadar bütünsel ve mükemmel oldugundan ziyade bu zıtlıklar karışısındaki  duruşuma, tavrıma odaklandım...Ve şu cümleleri sıralayıverdim içimden:
     Gün içinde yaşadıgımız herşey yagmur ve güneş gibi oluyor, etkisini gösteriyor ve sonra geçip gidiyor..Yağmurun ardından güneş de açıveriyor..Bu akış devam ederken iyi ve kötüyü de beraberinde taşıyor. Ya da  herşey iyiyken iyi kötüyken kötü mü oluveriyor?Ya da ben yoga sayesinde güçlenen ben, daha mı sarsılmaz oluyorum ? Bu soruyu sorduğumda kendime cevabım, EVET oldu..Hem de en içten hassasiyetimle ..Şimdi ne alaka yogayı  bedenimizle yapmıyor muyuz? Hayata karşı nasıl bizi güçlendirir veya sarsılmaz kılabilir?Yoga yaparken birbirinden farklı pozlara(asana) lara giriyoruz..Başta zor olan bi asanayı yapmak için en başta çok efor gerekebiliyor.Bu eforu minumuma indirmek için güçlenmek gerekiyor.Güçlendikçe o asanada kolaylaşmaya başlıyor.Net bir konu var: Asanalardaki duruşlar hayata karşı duruşumuzu da etkiliyor.Güçlendikçe her yoga uygulamanda asanalarda aldıgım tavrı yaşamın içinde yaşadığın olumlu veya olumsuz tüm olaylara yansıtmaya başlıyorsun.Yine minumum eforla..Yani o an çaba gerekmiyor..Kendimi düşününce hemen Bi bakmışım ki  yoga matının üzerinde oldugum halim,tavrım gün içinde başka bir olaydaki tavrıma hemen etki etmiş..Birden matın üzerindeki Tuğba olmuşum..Aslında iki Tuğba yok..Yani artık en azından ve hep olmasını istediğim şey zaten: Yoga Matının üzerindeki Tuğba. Yoga yaptıkca ve daha cok güçlendikce biliyorum ki yorulmak bilmeyen,güçlü irade hep olucak daha da olucak.Asanaları yaparken evet bazen 'ego'devreye girip  dısardan nasıl göründüğünü önemsiyor ama geçiyor o etki.Yani olumlunun da olumsuzunda etkisi geçiveriyor. En derinde hep sarsılmaz olan 'kök güç' ü hissetmek ve farkındalığıma bir davet sunmak ..Hep ama hep.Çünkü artık biliyorum ki asanalardan çok ama çok güçlü ve dimdik bir Tuğba doğuyor..
 

18 Mayıs 2011 Çarşamba

Mutluluk üzerine..bişeyler yazdım :)

Bu aralar  kendimde sorguladığım bir  konu var:  'mutluluk'. Hayatımız  içinde acaba 'mutluluk' duygusunu en cok ne zaman deneyimliyoruz?mesela. Aslında bütün duygular yasadıgımız bütünselliğin içinde var. Ama insan beyni illaki bi kavramlaştırma ihtiyacı duyuyor. Yaşamlarımızın her aşamasının kendine has doyumları oldugunu düşünüyorum.Örneğin ilk aşk, ya da bir çocugun dünyaya gelmesi gibi..Bunlar hayatın bize sundugu hediyeler aslında.Bi yandan da kendi çabamızla yakalamaya çalıştığımız, peşinden koştugumuz 'mutluluk' var ..Sözgelimi elli yasındaki birinin genclere özenmesi, ailesi olmayan birinin aile kurma çabaları, sevgilisi olmayan bir kızın kendine sevgili bulmak için verdiği çaba, işimiz dısında kendimizi adadığımız ilgi alanları ..
Bence 'mutluluk' çok yönlü birşey.Yani içinde bulunduğum yaşamda doğru yerde olduğumu bilme duygusuyla ortaya çkan birşey gibi. İyi bir insan , iyi bir eğitmen, iyi bir arkadaş... 'mutluluk' başına olumsuz bir olay geldiğinde onunla yüzleşmeyi bilmek de benim için.Bu durumla yüzleştiğimde içimde beliren o güç duygusu onla birlikte gelen olumlamalar da benim 'mutluluk' kavramım içinde..Yalnızca mutlu insanların oldugu bir dünya olsaydı  ya da bir yer...Sanırım orda 'güç' duygusu ya da 'başarma' duygusu diye birşey de olmazdı.Yani bu büyük yaratımın içinde hepsi birbiriyle ilintili gibi. Yin ve yang gibi.Her gün özürlü  cocuguyla ilgilenen bir anneye rastlıyorum sabahları.Anne bu durumu kabullenmiş ve durumuyla yüzleşmiş, çocugunu büyütüyor,onu her gün kucağında taşıyor.Etrafına öyle iyileştirici bir etki yayıyor ki..
 Etrafıma baktığımda kendilerinden geçerek oyun oynayan cocuklar da mutlu, aşıklar da mutlu.. Bütün bunlar çok güzel şeyler ama engelli cocugunu kabullenip onunla yaşayan bir anne, yakınlarından birinin ölümüyle sarsılan bir insan; bence aslolan 'mutluluk'  hayatın geneliyle ahenk içinde olmak.Bu cok derin bir yoğunlaşma,ağırlık aynı zamanda rahatlık.Çok büyük bir sükunet de değil mi? Güçlü olmakla ilgili olayların  verdiği doyum..'mutluluk' a tek perspektiften bakmayıp lensini genişlettiğin zaman aslında hayata olan yaklaşımın, insanlara olan yaklaşımın da değişiyor. Ve ne yaşarsan yaşa kabullendiğin zaman tam da o zaman 'mutlu bir insan' olmak mümkün.!

17 Mayıs 2011 Salı

tavır..

    Ramesh S Balsekar, Let Life Flow kitabında diyor ki:
   “Zihin hareketsiz, sakin, çözüm aramayan, cevap aramayan, ne karşı koyan ne de görmezden gelen olduğunda sonsuz, zamansız, ölçülemeyen Gerçeği algılayabilir. Ona gidemezsiniz, o size gelir; gerçektir özgürleştiren, özgür olmak için harcadığınız çaba değil. Hareketsiz kalın. Hayatın akmasına izin verin.”
  'Hayatın akmasına izin verin.' Özellikle bu cümleyi okudugumdan beri hep hayatımın içine tam da en ortasına koymaya çalısıyorum..Okudugum ve ogrendıgım bu ve bunun gibi her yenı bilginin benim gerçekliğime donusmesini istiyorum .Tabiki her okugum şey değil.bazıları o kadar işliyor ki kalbime. Evet işte tam da bu diyorum..Ramesh'in de yazdıgı her satırı okudugumda evet bunu yasamıma aktarmalıyım diyorum..Kendime bir ayna tuttuğumda  eski zamanlara göre yoga sayesinde sorgulamadan hayatı geldiği gibi kabul eden biri oldugumu görüyorum.. bağımsız gözlemci hassasiyetimi koruyarak  uzaktan evet diyorum Tuğba, işte bu! 'Bu' bir hedef değil aslında  birşey ya da hiç birşey.Bu kısımdan yola çıkınca aklıma birden dün akşamki yoga dersim geldi..(Bundan sonraki kısım tam da yazının başında değindiğim konuya dokunuyor)
   Dün akşam yine bütün heyecanımı ve konsantrasyonumu alıp yoga dersime gittim..Ve farkettim ki aslında yoga hayatın içinde ne varsa hepsini barındırıyor.Ve kim hayata kapatmıs kendini, kim en cok sınırlar koymus kendine..Hemen bulup çıkartıyor asanalar o kişiyi..Ve ona bir davet sunuyor bedeninden başlayarak ..'Hayata EVET de!' Çünkü ne zaman o gorunmez sınırları ve sana empoze edilen tabuları, kuralları, bu kuralların özünde oluşturduğu 'ego'yu -en önemlisi-  bir kenara bırakırsan ya da en azından çabalarsan işte o zaman sevgiye kocaman bir yer acılıveriyor kalbinde..Bunlar cok zor konular 40 senelik bir yoga masteri da bu çalısmanın içinde hala..Ama nerde bir farkındalık varsa işte orda bir değişim baslıyor,kaçınılmaz.Önemli olan belkide ilk olarak o farkındalığı uyandırıp, hislerine kulak vermen...
  İlk yoga eğitimime başladıgım günlerden birinde Zeynep Aksoy hocam gelip elleriyle düzeltmişti hayata kapattıgım omuzlarımı.Evet hemen o an omuzlarım dogru durusu ogrenmedi belki ama farkındalıgım uyandı.Ve her seferinde omuzlarımı acmaya bır davet sundum içimde..Benim de bu ara derslerimde ögrencilerimdeki tüm çabam o kapanmışlıklara, tutulmuşluklara karsı onları çabasızlığa ve akışa bıraktırmak..Su elementinin hassiyetiyle bedenlerinde bir dalga etkisi yaratmak..Uloları anlatırken aslında bedenimizi entegrasyon edişimizi yani bütünlük kurma çalışmamızı...Aslında bedenden başlayıp hayatla olan bütünlük cabamızı ..'Çaba' aslında 'çabasızlık' özünde çok öz'de..Ramesh'in dediği gibi karşı koymayan..Bunları yapabilmek için, yapabilmeleri için önce kendimde hissettiğim ve her yoga uygulamamda biraz da içselleştirdiğim 'farkındalık' hissini onların da kendilerinde uyanmalarını sağlayarak o çabasızlıga, hayatın akısına kendilerini bırakmalarını sağlamak..namaste!

15 Mayıs 2011 Pazar

Yaşlı bir Zen rahibi hakkında bir hikaye duydum..

Yaşlı bir Zen rahibi hakkında bir hikaye duydum:

Ölüm döşeğindeymiş. Son günü gelmiş ve o akşam artık öleceğini ilan etmiş. O yüzden müritleri, havarileri ve arkadaşları gelmeye başlamış. Onu seven çok insan varmış ve hepsi gelmek istiyormuş. Çok uzaklarda olanlar bile gelmiş.

En eski müritlerinden biri ustasının ölmek üzere olduğunu duyunca hemen pazara koşmuş. Biri sormuş: “Usta kulübesinde ölüyor, sen neden pazara gidiyorsun?” Eski mürit yanıtlamış: “Ustamın özel bir çeşit pastayı çok sevdiğini biliyorum. Gidip ona o pastadan alacağım.” Pastayı bulmak hiç kolay olmamış ama akşam üstü bir şekilde bulmuş ve elinde pastayla kulübeye koşmuş.

Kulübede herkes endişeliymiş. Sanki Usta birini bekliyor gibiymiş.

Gözlerini açıp etrafı taradıktan sonra tekrar kapatıyormuş. Mürit, kulübeye gelince hemen sormuş: “Tamam, sonunda geldin. Pasta nerede?” Mürit pastayı çıkartmış. Usta pastayı sorduğu için de çok mutlu olmuş.

Ölmek üzere olan Usta pastayı eline almış… ancak eli titremiyormuş. Çok yaşlı olmasına rağmen elleri titremiyormuş. O yüzden biri sormuş: “Bu kadar yaşlısın ve ölmek üzeresin. Yakında son nefesini vereceksin ama ellerin bile titremiyor.”

Usta yanıtlamış: “Ben asla titremem çünkü korkum yok. Bedenim yaşlanmış olabilir ama ben hâlâ gencim ve bedenim geride kaldıktan sonra bile genç olarak kalacağım.”

Sonra pastadan bir lokma alıp çiğnemeye başlamış. O sırada biri sormuş: “Son sözün ne olacak, Usta? Yakında aramızdan ayrılacaksın. Neyi hatırlamamızı istersin?”

Usta gülümsemiş: “Ah, bu pasta çok lezzetli.”

'Şu anda, burada yaşayan adam budur: Bu pasta çok lezzetli. Ölüm bile önemsiz. Bir sonraki an anlamsız. Bu anda, bu pasta çok lezzetli. Eğer bu anın içinde olabiliyorsan, şimdiyi bu an içinde her şeyiyle yaşayabiliyorsan ancak o zaman sevebilirsin..Ancak sevgi zordur. Korkunun geride bırakılması gerekir. İşin garip tarafı da bu; kaybedecek hiçbir şeyin olmamasına rağmen bu kadar korkuyor olman.

Kabir isimli mistik bir yerde şöyle söylemiştir: “İnsanlara bakıyorum. Çok korkuyorlar, nedenini anlamıyorum çünkü kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Onlarınki, tıpkı çıplak olmasına rağmen elbiselerini nerede kurutacağını bilemediği için nehirde yıkanmaktan korkan birisinin durumuna benziyor.” Senin de durumun bu; çıplaksın, hiç elbisen yok ama sürekli elbiseler için endişeleniyorsun.

Kaybedecek neyin var? Hiçbir şey. Ölüm bu bedenini elinden alacak; ölüm onu almadan önce, onu sevgiye ver. Her şeyin elinden alınacak; alınmadan önce neden onları paylaşmıyorsun? Ona sahip olmanın tek yolu bu. Eğer paylaşıp verebiliyorsan, efendi sensin. Zaten elinden alınacak; hiçbir şeyi sonsuza dek elinde tutamazsın. Ölüm her şeyi yok edecektir.

Eğer beni doğru anladıysan mücadelenin ölümle sevgi arasında olduğunu anlarsın. Eğer verebiliyorsan bir ölüm olmayacak. Senden bir şey alınmadan önce sen onu çoktan vermiş, onu hediye etmiş olacaksın. O zaman ölüm olamaz. '

Osho